Günümüz dünyasında dijitalleşmenin en belirgin yüzlerinden biri olan sosyal medya, bireylerin gündelik yaşam pratiklerini, ilişkilerini ve hatta psikolojik yapılarını dönüştürmektedir. İlk ortaya çıktığı dönemde iletişimi hızlandırmak ve bilgi paylaşımını kolaylaştırmak gibi pozitif hedeflerle tasarlanan sosyal medya platformları, zamanla bireysel ve toplumsal düzeyde çeşitli psikolojik sorunların da tetikleyicisi haline gelmiştir. Bu çalışmada, sosyal medyanın bireyler üzerinde bağımlılık düzeyinde yarattığı etkiler ve buna bağlı olarak toplum genelinde ortaya çıkan iletişim krizleri, akademik literatür ışığında ele alınacağım.
Sosyal Medya Bağımlılığı: Dijital Dünyanın Yeni Hastalığı
Sosyal medya bağımlılığı, bireylerin sosyal medya platformlarına aşırı bağlılık göstermesi ve bu mecralarda geçirdikleri zamanı kontrol edemez hale gelmeleri durumu olarak tanımlanmaktadır (Andreassen, 2015). Bağımlılık, klasik bağımlılık türlerinde (alkol, madde vb.) gözlemlenen bazı temel özelliklerle benzerlik göstermekte; tolerans gelişimi, yoksunluk belirtileri ve sosyal işlevsellikte bozulma gibi semptomlarla kendini göstermektedir.
Yapılan nöropsikolojik çalışmalar, sosyal medya kullanımının dopamin salınımı üzerinde doğrudan etkili olduğunu, özellikle “beğeni” ve “yorum” gibi olumlu geri bildirimlerin bireyin ödül merkezini aktive ederek bağımlılık mekanizmalarını güçlendirdiğini göstermektedir (Montag et al., 2019). Bu durum, bireyin sosyal medya platformlarında daha fazla vakit geçirmesine, gerçek yaşam ilişkilerinden uzaklaşmasına ve sonuç olarak psikolojik iyi oluş düzeyinin düşmesine neden olmaktadır.
Özellikle ergenler ve genç yetişkinler arasında sosyal medya bağımlılığı oranlarının artış göstermesi, bu yaş gruplarının kimlik gelişimi süreçlerinde ciddi risk faktörleri oluşturmaktadır. Sosyal medya üzerinden sürekli onay arayışı, bireyin özsaygısında dalgalanmalara ve kaygı bozukluklarına zemin hazırlamaktadır.
İletişim Krizi: Yüz Yüze İlişkilerde Erozyon
Sosyal medyanın bireyler arasındaki iletişimi kolaylaştırdığı yönündeki genel kanıya rağmen, derinlemesine bakıldığında, bu mecraların yüz yüze iletişim becerileri üzerinde ciddi bir erozyon yarattığı gözlenmektedir. Özellikle genç kuşaklarda gözlemlenen sosyal izolasyon, empati kuramama ve yüz yüze etkileşimde kaygı hissetme gibi sorunlar, literatürde “iletişim krizi” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır (Turkle, 2011).
Yüz yüze iletişim, yalnızca sözcüklerin aktarımını değil; aynı zamanda beden dili, ses tonu, mimik gibi birçok duygusal ve sosyal ipucunun da karşılıklı algılanmasını içerir. Oysa sosyal medya iletişimi çoğunlukla yazılı mesajlar ve görseller aracılığıyla gerçekleşmekte, bu da duygusal ipuçlarının iletiminde ve alımında ciddi eksikliklere yol açmaktadır. Neticede bireyler, karmaşık sosyal durumları doğru okuyamamakta, empati yetenekleri zayıflamakta ve sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanmaktadır.
Ayrıca sosyal medya platformlarının algoritmik yapısı, bireyleri kendi görüşlerini ve inançlarını sürekli olarak teyit eden içeriklerle karşı karşıya bırakmakta, bu da toplumsal kutuplaşmayı ve iletişim kopukluğunu artırmaktadır (Pariser, 2011). Toplum içinde farklı görüşlere tahammülsüzlük ve diyaloğun yerini çatışmanın alması, iletişim krizinin derinleşmesine sebep olmaktadır.
Sonuç: Dijital Dönüşümde Yeni Yaklaşımlar Geliştirme Zorunluluğu
Sosyal medya, bireylerin yaşamında vazgeçilmez bir yer edinmiş olsa da, bu teknolojik dönüşümün psikolojik ve toplumsal maliyetleri görmezden gelinemez. Özellikle sosyal medya bağımlılığı ve iletişim krizinin, bireylerin ruh sağlığı ve toplumun sosyal dokusu üzerindeki olumsuz etkileri, bu alanlarda acil müdahale ihtiyacını ortaya koymaktadır.
Bu doğrultuda, dijital medya okuryazarlığının artırılması, sosyal medya kullanımına yönelik bilinçlendirme kampanyalarının düzenlenmesi ve bireylerin dijital detoks stratejileriyle desteklenmesi önem arz etmektedir. Eğitim sistemleri, çocuklar ve gençler başta olmak üzere bireylerde dijital denge bilincini geliştirmeye yönelik müfredat değişikliklerini gündeme almalıdır.
Sonuç olarak, dijitalleşmenin kaçınılmaz olduğu bir dünyada, sağlıklı bireyler ve sağlıklı bir toplum için sosyal medyanın doğru, bilinçli ve kontrollü kullanımını teşvik etmek artık bir tercih değil; zorunluluk halini almıştır.