**”Suriye’de Kürt Çıkmazı: Havuzun Derinliklerinde Bir Gün”**
Bu bizim yandaş medya gerçekten bir komedi kumpanyası. İktidar içerde ve dışarda o kadar sıkışmış ki hükümeti nereden savunacaklarını bir türlü beceremiyorlar artık. Nereden tutsalar ellerinde kalıyor.
Tek ellerinde kalan Suriye ve oradaki Kürtler. Sıkıştıkları her zaman sarıldıkları konu Kürtler. Ah o Kürtler bir teslim olmadılar gitti. Oysa o kadar da cihatçı beslendi onları yok etmek için ama bir türlü becerilemedi.
Halep’te iki Kürt mahallesi HTŞ güçleri tarafından kuşatılınca bir sevindirik oldu bizim şu malum medya sonra istedikleri sonuç gerçekleşmeyince ağlamaklı oldular. Şu bizim havuzdakiler bir hareketlendiler, sonra vurgun yemiş gibi dağıldılar.
Bir gün boyunca televizyonu açık bıraktım. Amacım dünyayı değil, “havuzu” izlemekti. Bazen yüzeyde balıklar gezinir ya, su berrak sanırsın. Oysa alttan bir tortu yükselir: algı yönetimi, yalan, korku… işte o gün, tortular kabarmıştı.
Sabah haberinde Halep’te “HTŞ kahramanları” SDG’ye ait bir “terör tüneli” keşfetmişti. Tünel o kadar stratejikti ki, içinden galiba bütün İsrail, ABD, Avrupa, hatta Mars bile geçiyordu. “SDG’nin işi bitti!” manşetleri atıldı. Kahvaltı tabağındaki zeytin bile direnişe geçti.
Öğlene doğru HTŞ’nin Şeyh Maksud mahallesini kuşattığı duyuruldu. “Temizlik operasyonu” başlıyordu. Yani aynı HTŞ ; birleşmiş milletlerin terör listesinde olan ,birden “Suriye Ordusu” olmuştu. Çay bardağındaki buhar bile şaşırmıştı: “Ben hangi ülkeye aitim?” diye.
Akşama doğru tablo tersine döndü. SDG birkaç sokak geri aldı, havuzda dalga başladı:
* “SDG, orduya ve sivillere saldırdı!”
* “ABD ile görüştü, saldırı manidar!”
* “Seçimleri sabote etmek istiyor!”
Yani sabahın teröristi akşama kahraman, sabahın kahramanı akşama hain… Suriye’de tek değişmeyen şey, değişen başlıklar.
Sonra son dakika: “Ateşkes sağlandı.” Sunucunun sesi titrek, fonda hüzünlü bir keman… Sanki Suriye’nin değil, kendi yalanlarının çöküşüne ağlıyorlardı.
Ve ben düşündüm: Bir medya, bir günde 10 takla atabiliyorsa, bu artık gazetecilik değil . Bu olsa olsa Olimpik jimnastiktir. Ama bu taklalarla halka “doğruyu” anlatmaları mümkün mü? Değil. Çünkü o “havuz”, ne kadar temiz görünse de, içinde yalanın suyu var.
Sabah havuz berrak görünür. Manşetler cilalı, yorumcuların sesi tok, fonda vatan marşı… Ama gün ilerledikçe su bulanır. Çünkü her şeyin üzerinde yüzen bir algı köpüğü vardır. Suriye meselesi de bu köpüğün en gürültülü hâlidir.
Yandaş medya için Suriye’de “iyi Kürt” yoktur; “işe yarayan Kürt” vardır. Aynı kişi, aynı örgüt, aynı mahalle, sadece Ankara’daki rüzgârın yönüne göre kahraman ya da hain olur.
Bir gün “SDG terörist”, ertesi gün “yerel unsur”.
Bir sabah “Kuzey Suriye’deki Kürt devleti tehdidi”, akşam “Suriye’nin toprak bütünlüğü için önemli aktör”.
Bu hızda manşet değiştiren bir medya, belki ışık hızında değil ama yalan hızında çalışıyor.
Oysa Suriye sahası , tıpkı Mezopotamya’nın kadim toprakları gibi herkesin kimliğini açığa çıkaran bir ayna oldu.
HTŞ’yi “ordu”, cihatçıyı “direnişçi”, Kürt’ü “bölücü”, kendi desteklediğini “barış gücü” diye pazarlayan bir medya mimarisi…
Gerçekte savaşın değil, anlatının cephesinde savaşıyorlar. Hedef: kendi halkını manipüle etmek.
Yöntem: milliyetçiliği en ucuz propaganda yakıtı olarak kullanmak.
Hatırlayalım:
* 1990’larda Kuzey Irak’taki Kürtler “hain”di;
* 2000’lerde ABD işgaliyle “ılımlı partner” oldular.
* 2010’larda Suriye iç savaşında “terörist”,
* 2019’da “Rusya-ABD dengesinin anahtarı”.
Her dönemde aynı halk, aynı coğrafya, sadece Türkiye’nin dış politika çıkarına göre renklendirildi.
Yani havuz medyası, Ortadoğu’yu bir satranç tahtası değil, reyting sahası olarak görüyor. Ve o sahada “gerçek” değil, “işe yarayan haber” kazanıyor.
Bu anlatı sadece dış politikayı değil, içerideki toplumsal algıyı da yeniden şekillendiriyor.
Suriye’deki Kürt’ü şeytanlaştırmak, Türkiye’deki Kürt’ün hak arayışını bastırmanın dolaylı yolu.
“Havuz medyası” dediğimiz şey, aslında iktidarın ideolojik ses sistemi. Ve sesin yüksekliği, gerçeğin netliğiyle değil, korkunun büyüklüğüyle ölçülüyor.
Korkuyu yüksek tut, halkı sessiz tut. Korkuyu düşür, soru başlar.
Bugün ekranlarda gördüğün “vatan-millet-Suriye” nidaları, aslında içerideki krizin dışarıya yansıtılması. Ekonomik daralma, toplumsal huzursuzluk, işsizlik, umutsuzluk… Tüm bu ağırlığı Suriye sınırına taşıyorlar, çünkü içeride taşınmaz hâle geldi.
Gerçeğin yüzdüğü bir ülke değil burası; yalanın boğulmadığı bir havuz. O yüzden her haberin içinde biraz köpük, biraz kurgu, bolca korku var.
Ama unutmamak gerek: yalan suyun yüzeyinde kalır, hakikat her zaman dibe çöker. Ve gün gelir, biri o dibe iner.
O zaman havuz değil, bataklık görünür.
İşte böyle son yıllarda bizim medyamızın halleri. Gazeteciliğin bile ilkeleri yok oldu bu iktidar döneminde. Bir kalem o kadar milyon dolarlar ediyor ki bu ülkede. Yeterki birilerinin iktidarı için her türlü yalanı yazmayı becer. Karşılığı dolar olarak cebine giriyor.
İşte gazeteciliğin onuru da böylelikle paraya tevdi ediliyor bu ülkede.
