SIZLANMAK ZAYIFLARIN İŞİDİR!..
Umudumuzu her ne kadar diri tutsak da, umutlu olmanın giderek zorlaştığı… Şimdiki zamanın dört duvar zindana dönüştüğü günler bunlar.
Güncel olan geleceği vaat etme yeteneğini kaybetmiş gibi. Yankısı olmayan seslerimizi, çarptığı duvarda eriyen çığlıklarımızı, haykırışlarımızı, itirazlarımızı neredeyse kendimiz bile işitmiyoruz. Duygum o ki, seslerimizi içine hapseden duvarlar sanki her geçen gün daha bir kalınlaşıyor, hareket alanımız gittikçe daralıyor.
Bir biçimiyle her gün fütursuzca hepimizi canımızdan bezdiriyorlar artık. İnsanı şaşkına döndüren bir hızla neredeyse sektirmeden her gün birkaç tane hukuksuzlukla yüz yüze yaşıyoruz. Birde süreğenleşmiş adaletsizlikler var üstüne üstlük. Hepsini biliyorsunuz, tek tek saymaya gerek yok. Hukuku katleden mahkeme kararlarıyla, olmadık nedenlerle içeride tutulan politikacılar, gazeteciler, sanatçılar, öğrenciler… Yargılanmaları bile abesle iştigal olduğu halde hapis cezasına çarptırılan yüz akımız bilim insanları… Her gün kriz bahanesiyle işsiz bırakılan binlerce emekçi… Üstü örtülen yolsuzluklar, gasp edilen insanlığımız… Sanki yurttaşlığımız ve haklarımız askıya alınmış, öz yurdumuzda parya gibiyiz!
Kuşkusuz yakınmak çare değil. Politikacıların hamaset yoğun söylemleri de çare değil artık. Demokrasi, cumhuriyet, sömürü, emperyalizm, teröre karşı mücadele, ulusal bütünlük, toplumsal adalet… Siyasilerin nutuklarını süsleyen, anlamlarını tamamen yitirmiş, üç beş içi boş söz artık bunlar. Her seçim döneminde duymaya alıştığımız, hayata dair hiçbir şey ifade etmeyen, insanların yaşadıklarına asla dokunmayan bu kof nutukları atan politikacıların samimiyetsiz seslenişleri yurttaş nezdinde kafa karışıklığından öte başka bir işe yaramıyor.
Yakınmak çare değil. Yakınmak yerine, yılmadan direnmeye odaklanmalıyız. Başı dik olmalı insanın. Kendisine dürüstlüğün gözüyle bakma cesareti göstermeli. Çünkü emeğidir insanı insan kılan. Emeğe sahip çıkıp, haksızlıklara karşı direnebilmeli. Buyurganın, zorbanın taa gözünün elifine başını eğmeden bakarken lafını esirgememeli. Savunma yaparken bozuk düzenin yargıcı olabilmeli… Uğur Mumcu olmalı, ölümün tehdidini ensesinde hissederken dahi yazmalı dürüstçe. Sızlanmadan insan kalmalı, zira zorluklar karşısında pes etmek yerine, inançla ve kararlılıkla yol almak, insanın gerçek gücünü ortaya koyar. Tıpkı Roza Luxemburg’un sürekli şikayet eden bir arkadaşına cezaevinden yazdığı sitem dolu mektubunda söylediği gibi;
“O halde, insan kalmaya bak. Temel mesele insan olmak. Bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek, evet, herkese ve herşeye rağmen neşeli olmak, çünkü ‘sızlanmak zayıfların işidir’. İnsan olmak demek, gerektiğinde tüm hayatını seve seve ‘kaderin büyük terazisine’ koymak, fakat aynı anda her aydınlık güne ve her güzel buluta sevinmek demektir.”
Örgütlü kötülüğün kıyama geçtiği bir zaman dilimine denk düşen, CHP’nin son olağan kongresinin final konuşmasında salona ve tüm topluma seslenen Özgür Özel’in de Roza benzeri aynı duyguları paylaştığını düşünüyorum;
“ Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü: – alev bir saç örgüsü kıvranıyor;
Kanlı, kızıl bir meşale gibi yanıyor esmer alınlarında
Bakır ayakları çıplak kahramanların
Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü,
Ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
Altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik!
Sıçradık; şimşekli rüzgara bindik’
Kayalardan kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
Evinde ağlayanların gözyaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar
Bıraksınlar peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte; Şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini;
Şu güneşten düşen ateşe fırlat;
Yüreğini yüreklerimizin yanına at!..” (*)
Sevgiyle, dostlukla…
(*)- Nazım Hikmet- Güneşi içenlerin türküsü.
