ABB 61 – Anadolu Basın Birliği Trabzon

UKDE

Sosyal Medyalarda Paylaş

 

Yaşadıklarımızın bir provası yok. Ne yaşıyorsak doğaçlama yaşıyoruz, bir kereliğine. İşin güzelliği ya da zorluğu sanırım burada.

Yarının ne getireceği hakkında kesin bir fikrimiz yok. Dolayısıyla da elimizdeki zamanı “gelişigüzel” kullanma lüksüne sahip değiliz.

Kullanırız kullanmasına da içimiz rahat olmaz. Sonuçta bir kere geliyoruz dünyaya. Kendimizle, etrafımızdaki insanlarla, diğer canlılarla ilgili yapılması gerekenleri, elden geldiğince zamanında yapmaya çalışıyoruz. Bireysel ve toplumsal şartlarımız, imkanlarımız elverdiği ölçüde.

Ertelememek üzerine o kadar şey yazılıp söyleniyor ki! Hayatı ertelememek, yaşanacakları, yapılacakları ertelememek üzerine. Doğal olarak, biz de ertelemelerin tuzağına düşmekten kaçınıyoruz. Birine, olası bir duyguya, paylaşıma geç kalmış olmamak için. Sahip olduğumuz ya da olacağımız bir şeyi, bir değeri, bir ihmal, yanlış karar ve bir gevşeklik yüzünden kaybetmemek adına. Zamanı geriye sarmak söz konusu olmadığından.

Ertelememekle ilgili ne kadar parlak fikir sıralarsak sıralayalım, düşüncelerimizin hızına erişmek, her zaman mümkün olmuyor. Hele de yaşadığımız toplumun imkansızlıkları bu kadar fazlaysa. Seçeneklerimiz bu derece azsa. Korkularımız da zaman zaman devreye giriyorsa. İster istemez hayallerimizden ödün veriyor, bir şeyleri ertelemek zorunda kalıyoruz.

Yakın çevremizden ertelenmişlik örnekleri duymuşsunuzdur. En trajik olanlardan biri şu: Adam çalışmak, ailenin geçimini sağlamak için uzak ülkelerden birine gider. Bin bir umutla yollanır oralara, fakat ardına bakmaz sonrasında. Yıllar geçer, alışılır yokluğuna. Öyle ya da böyle hayat devam eder beri tarafta. Bir gün sessiz sakin çıkagelir gittiği uzaklardan. Ama acı bir sürprizle gelir; hastadır, günleri sayılıdır.

Halk arasında bunu şöyle özetlerler: “Döndü dolaştı, zamanında kötülük yaptıklarına, ihmal ettiklerine geri geldi.” Bunun neresinde iyi taraf var, bilemedim. Aradaki açığı kapatır mı o son davranış? Ertelenen onca şeyi telafi eder mi?

İş işten geçiyor geç kalınca, yaşanmaması gereken yoksunluk, zorluk ve çaresizlikleri an be an yaşatınca. Ertelemenin de irili ufaklı ya da koskocaman bir bedeli oluyor. Asıl zor olan, insanın aklının ve yüreğinin geçmişte bir yere takılıp kalmasıdır galiba. Gün yüzüne çıkamamış bir hayale, ucunda imkansızlık olan özleme, kısacası bir yaşanmamışlığa. Hakkını veremeden, gönlünce değerlendiremeden geçip gitmiş olan zaman, dinmeyen bir sızıya dönüşüyor sonraları.

Bir saatten sonra, yapılması gereken şeyle ilgili bin dereden su getirtilse, özürler dilense de telafisi imkansız bir noktadır artık. İş; acı çektirmeden, yokluğu yaşatmadan, en önemlisi de hayali, özlemi, yüreği soğutmadan halletmek her şeyi.

Dolayısıyla da bazen çok kıymetlidir küçük bir an. O kısacık anda atılacak adım, söylenmesi gereken can alıcı söz. Yerinde ve zamanında verilen karar, öncesinde yapılan uyarı, daha önemlisi ve de sahicisi için başka bir şeyi feda etmek, gözden çıkarmak. Yeri gelince hayati önem taşır bunlar. Ve yaşamak konulu, sevgi, aşk, dostluk, kardeşlik konulu boşlukları doldururlar.

Bilir misiniz; bir hayale, özleme sapına kadar sarılmak, aman içimde ukde kalmasın, gerçeğe dökülsün diye çırpınmak da başlı başına hatadır bazen. Güzelim bir enerjiyi, yok yere harcamaya sebep olabilir. Kim bilir, belki de o sıra, yanı başımızda gözümüzün içine bakan asıl güzelliği kaçırmamıza. Ömrün bir evresini ya da bütününü yakmaya.

Bunların dozunu iyi ayarlamak, akılcı kararlar vermek gerekir diyeceğim de… Yaşadıklarımızın bir provası yok ki! Ne yaşıyorsak, doğaçlama yaşıyoruz; bir kereliğine!..

fbabuscu@hotmail.com

Sosyal Medyalarda Paylaş
Exit mobile version