Kayyım, Kriz ve Susturulmak İstenen Sesler
Bir ülkede gazeteler susturuluyorsa, bilin ki gerçekler fazlasıyla konuşmaya başlamıştır. Gün geçmiyor ki bir operasyon haberiyle güne başlamayalım. Ve her nedense bu operasyonlar hep muhaliflere.
Bir ülkede her gün muhalifler ters kelepçe ile bir sabah vakti evlerinden alınıyorsa ve tv’ler de her gün aynı görüntü varsa ; sıraya dizilmiş,suçlu ilan edilmiş onlarca insan emniyet Müdürlüğü’nün önünde bir televizyon şovuna dönüştürülmüş bir şekilde gözaltına alınıyorsa,savaş esiri gibi orada başka bir oyun oynanıyor halka karşı demektir.
Neden mi böyle söylüyorum? Son 23 yılda bunları çok gördük ve sonunda suçsuz oldukları da aynı tv’lerden aynı şekilde anlatıldı.
Şimdi de TELE1’e ,İmamoğlu’na “casusluk” bahanesiyle yapılan operasyon. Bu da sıradan bir yargı hamlesi değil; ekonomik, siyasal ve sınıfsal bir dar boğazın yeni perdesidir.
İktidar, artık kendi hikâyesine bile inanmıyor. Dışarıda meşruiyet arayışları sonuçsuz, içeride güven kalmamış. ABD’den ithal edilen “meşru görünme” çabası, halkın nezdinde hiçbir karşılık bulmuyor.
Gazze’de, Suriye’de taşlar yerinden oynamış; dış politikanın faturası kabarmış. Ekonomi dibe vurmuş, içeride işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk sıradanlaşmış.
İşte tam bu noktada, iktidarın refleksi değişmez: Daha fazla baskı, daha fazla sansür, daha fazla kayyım.
Tele1’in susturulması, sadece bir televizyon kanalının kapatılması değil; halkın bilgi alma hakkının gaspıdır.
Çünkü susturulan, iktidarın çaldıklarını, sattıklarını, pazarlıklarını, rant ilişkilerini ortaya seren sestir. Bu sesin kesilmesi, kasadaki deliklerin, parsel parsel satılan toprakların, doğayı ve emeği talan edenlerin üzerini örtme operasyonudur.
Bu tabloyu anlamak için meseleyi sınıfsal zeminde okumak gerekir. 23 yıldır süren bu düzen, bir sermaye birikim dönemidir. Evet burjuvazinin başka bir kliğinin acımasız bir şekilde yaptığı bir sermaye birikimi. Bunu yaparken diğer sermaye gruplarının da yolunu elbette sonuna kadar açıyor.
Kamu varlıkları özelleştirilmiş, doğa maden şirketlerine peşkeş çekilmiş, bankalar aracılığıyla borç toplumu yaratılmış, medya patronları eliyle halkın zihni teslim alınmıştır.
Kayyım düzeni sadece belediyelerde değil, şimdi ekranlarda, haber bültenlerinde, kameraların vizörlerinde sürüyor.
Bugün “casusluk” diyerek bir televizyon kanalını susturanlar, dün kozmik odayı CIA’ya açanlar, vatandaşın bütün kişisel verilerini uluslararası tekellere satanlardır.
Bugün “milli güvenlik” narası atanlar, ülkenin altın rezervlerini, nadir elementlerini küresel sermayeye pazarlayanlardır.
Faşizm, bir rejim değil; bir çaresizlik yönetimidir. İktidar artık kendi krizini sürdürebilmek için toplumun sesini kısmaktan başka araç bulamıyor.
Her susturulan mikrofon, her kayyım ataması, kendi sonlarının daha gürültülü geleceğini gösteriyor. Çünkü tarih, susturulanların değil, direnenlerin sesini kaydeder.
Bu yüzden mesele sadece basın özgürlüğü değil; emekçinin, halkın, doğanın özgürlüğüdür. Basın susturulursa, halk körleşir; halk körleşirse, iktidar kendini Tanrı sanır.
Oysa ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar, gerçeğin sesini kesemezler. Çünkü o ses, her evde bir çay bardağının çınlamasında, her işçinin sabah vardiyasına yürüyüşünde yankılanır.
Tele1 bugün susturulmuş olabilir. Ama bu ülkenin mikrofonları halkın elindedir artık. Ve halk, bir kez konuşmaya başladı mı, hiçbir kayyım onu susturamaz.
“Gerçeği susturmak isteyenler, sonunda kendi yankısında boğulur.”
Hala olayın sınıfsal olmadığını mı düşünüyorsunuz?


Beşiktaş Maçı Analizi Sedat Olca yazdı
RED VİRGİN ( LA VİRGEN ROJA) İlericiliğin Karanlık Aynası Süleyman Hacıbektaşoğlu yazdı
TRABZONSPOR BU DEFA FRENE BASTI
Beşikdüzü’nde Başkan Doğan’dan Ne İstediler
37 Yıllık Şalpazarı İlçesine İlk Defa Gelen Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan Coşkuyla Karşılandı
YEREL YÖNETİMLERDE KIRSAL ERİŞİLEBİLİRLİK SORUNU Doç. Mehmet Yıldızlar yazdı
AKYAZI’DA BÜYÜK HAYALLER ; Abdülvahap Uludüz yazdı
Adnan Menderes’in son yıllarını yaşamaya başladık.