Nereden ve nasıl gelirse gelsin, menşei ne olursa olsun her otoriter ideoloji, ideolojiden öte örgütlü bir kötülük olarak insanlığın bağrına çöreklenmiştir!
Kaldı ki Thomas Mann yıllar ötesinden duymayan kulaklara “Faşizm, ideoloji değil kötülüktür” diye boşuna fısıldamaz. Kuşkusuz öyledir. “İnsanlık Suçudur” ama Godot’u bekler gibi beklemenin de bir alemi yoktur.
Ülke gündemi diye dayatılan sürece baktığımızda gördüğümüz tek şey, eyleme geçmiş ve toplumun hücrelerine değin yayılmış bu örgütlü kötülükten başkası olmuyor! Durumuna ve meşrebine göre bazen hukuksuzluk, bazen sorumsuzluk, bazen de vicdansızlık- pervasızlık olup her yere ulaşıp, her şeyi kirletiyor..
İyilik bunun üstesinden gelebilecek mi bilemiyoruz? Bildiğimiz alacakaranlık kuşağında bir yerlerde olduğumuz. İnsanlığın “gün batımı” ve “gün doğumu” arasında bir konumda olduğuna ilişkin apokaliptik korku (Kıyamet günü) ile ütopyacı umut (Aydınlanma hümanizminin vaat ettiği yeryüzü cenneti) tek ve karmaşık bir duygu halinde içimizi alacalandırıp duruyor.
Bu duygu aslında maruz kaldığı gerçekliği değiştirme gücünü sıradan insanın elinden alan din baskılı bir duygudur. Bu kabullenişi reddedip, ( Allah bizi dünyaya cenneti beklemek için değil, dünyayı cennet kılmak için gönderdi) diyen İbn’ül Arabi gibi merkeze insan iradesini koyan tasavvuf ehli, aydınlık beyinlerin yorumları Batı Rönesans’ına ve Aydınlanma devrimine esin kaynağı olup, cennet idealini dünyevileştirdi. Sonuçta insanlara, kendilerini değiştiren dünyayı değiştirme gücü verdi.
Ancak sistemin de dürtüsüyle boş vermişlik kisvesini kuşanıp, insanlığın tüm kazanımlarını hoyratca tüketen günümüz insanı. Hayli zaman var ki o değişim gücüne muhtaç. Sadece insanla rmı? Üstünde yaşayıp, “bu cehennem bu cennet bizim” diye öykündüğümüz bu toprak da şimdi o güce hasret! Sıradan hayatımızın her gününde, başımıza bir-hatta kimi zaman birden fazla “felaket” geldi, geliyor ve gelecek gibi de görünüyor… Havasını soluyup, suyunu kana kana içtiğimiz bu vatan, “kurtarın beni” diye haykırıyor. Ama halk dediğimiz öznenin felaketler silsilesine katlanma huyu ümit vermiyor.
Dünya artık kendimizi her zamankinden fazla güvende hissetmememiz gereken bir gezegen. Ortalık hiç tekin değil. Tüm toplumsal kesimler bu gidişattan korkmalı… Çünkü korku da insani bir refleks, dahası insan türünün bekası için gereklilik. Sinip, pusup kabullenişten öte, tehlikenin ayırdında olup önlem alabilme yetisidir bu. Dünyadaki hikayemizin başlangıcında, hayatta kalmanın mucizelere bağlı olduğu vahşi doğada bunu başarabilmemizin sebebi korkuydu; Bir arada durduk, kendimizi toplu olarak savunduk ve yiyeceğimizi paylaştık.
Herkesin kendi küçük dünyasında kendi kaderini öğüttüğü günümüz dünyasında insanın kaderi yine aynı şeye bağlı.
Kuşkusuz İbn’ül Arabi, Rönesans, Aydınlanma … Hepsi çok değerli ama aslolan, düşüncenin yüksek tasarısından değil, dünyanın büsbütün cehenneme dönme tasasından çıkmış bir şeydir umut!
Hatta aslında umut da değildir mesele.
Nazım Hikmet, (Memleketimde İnsan Manzaralarında) bir adamın, gelip gelmeyeceği belli olmayan birini çömelip saatlerce bekleyişindeki sabrı şöyle açıklıyordu; “Ne ümit ne ümitsizlik, sadece İNAT”
Sadece ve sadece bir yerde ve bir biçimiyle başlamış olan kötülük karşısında, artık ve nihayet iyiliği hakim kılma inadı başaracak her şeyi, kötülüğün sonunu o getirecek. Hem Seneca’dan beri inadımızı besleyecek kesin bir kaynağımız var “Başlayan her şey biter” diyesi…
Sevgiyle, dostlukla.
Not: İmralı üzerinden politika üretme çabası içinde olan “takıntılı” arkadaşlara hatırlatırım; Demokrasiler, dinsel ve etnik kimlikler üzerinden inşa edilmezler. Çağdaş bir devlet olmanın yolu seküler/laik bir ulusal üst kimlikten, çağdaş bie demokrasi ve hukuk devletine dayalı sosyal ve ekonomik mücadeleden geçer.


Ben Trabzonspor Formasına Aziz Yıldırım Yazmam
KEMALİZM TEŞHİRLE SAVUNULMAZ
Kastamonu’dan Zonguldak’a…
MOBBİNG: KURUMLAR YANIYOR, HERKES SUSUYOR
UKDE
Beşiktaş Maçı Analizi Sedat Olca yazdı
RED VİRGİN ( LA VİRGEN ROJA) İlericiliğin Karanlık Aynası Süleyman Hacıbektaşoğlu yazdı